Fırat’ın karşısında en değerli emtialarımızdan biri yatıyor; resmi olarak Petrol olarak adlandırdığımız koyu kıvamlı bir sıvı ya da altın gibi parıldayan değerli bir metal değil, daha ziyade hayatımız için zorunlu olan yarı saydam bir madde, kısaca su. Fırat Barajı, Akad İmparatorluğu’ndan Selevkoslar’a ve ardından Romalılar ile Osmanlılara kadar pek çok tarihi fethin gerçekleştiği yer olmuştur. Daha yakın tarihte, 1990’larda su kesintileri Türkiye’nin güneydoğusundaki Atatürk Barajı’nın ülkenin ulusal güvenlik aygıtı tarafından önceliklendirilmesine yol açtığında, Türk Silahlı Kuvvetleri ile Suriye Cumhuriyeti arasında bir anlaşmazlığa yol açtı ve herhangi bir engellemenin Türk birliklerinin düzeni sağlamak için Suriye’ye girmesine yol açacağı yönünde bir ültimatom verildi. Bu açıklamanın ardından Suriye Arap Cumhuriyeti Türkiye’nin taleplerini karşılamış ve Fırat Nehri üzerinden ortak sınır boyunca engelsiz su akışını sağlamak üzere bir anlaşma yapılmıştır.
Türk Silahlı Kuvvetleri 2016 yılında bölgede tutunmak ve Marksist ve köktendinci grupları temizlemek için Fırat Kalkanı operasyonunu gerçekleştirdi; ancak ikincil bir amaç da Fırat’tan gelen su akışını kontrol altına almaktı. Pek çok politika yapıcı, kaynak temelli çatışmaların ana yönü olarak azalan petrol rezervlerini tartışıyor, ancak su – zorunlu bir günlük meta – genellikle göz ardı ediliyor ve gerçekte hayati bir devlet çıkarı olarak güvence altına alınmaya çalışılan önemli bir varlık.
Suriye’deki Fırat Barajı şu anda yukarıda bahsi geçen uluslararası yasadışı grupların elindeyken, daha önce aşırı dincilerin elindeydi; bu da birçok yasadışı grubun burayı bölgedeki taleplerini ‘kaldıraç’ olarak kullanabilecekleri bir üs olarak görmeleri açısından önemli bir noktadır. Barajın kurtarılması ve hem Türkiye’deki Atatürk Barajı hem de Suriye’deki Fırat Barajı üzerinden Fırat Nehri’nin ortak yönetimine geri dönülmesi ancak Türk Silahlı Kuvvetleri ve Suriye Ordusu’nun Irak Ulusal Güçleri ile eşzamanlı olarak işbirliği yapmasıyla mümkündür. Potansiyel kaynak ‘şantajı’ sonucunda vekalet çatışmalarının ortaya çıkmamasını ancak su kaynaklarının bölgesel olarak başarılı bir şekilde korunması ve akışı konusunda kanıtlanmış bir geçmişe sahip ulus devletlerin kontrolü ile sağlayabiliriz.
ABD, NATO’nun en aktif ve güçlü ordularından biri olan Türk Silahlı Kuvvetleri ile işbirliğini sağlamak için Kuzey Suriye’deki mevcut varlığından faydalanabilir ve Suriye yönetimini de içine alan bir politika oluşturarak, bölgede sahada en fazla kabiliyete sahip olanların, ulusal güvenlik açısından ciddi sonuçları olan bir emtia konusunda birden fazla nesle dayanabilecek işlevsel bir sistem oluşturabilmelerini sağlayabilir. ABD bu konuda ilk adımları atarak Rusya Federasyonu’nun Fırat’ta, Transatlantik ittifakı olarak Ukrayna’nın vatan savunmasını destekleme taahhüdümüzü bastırmayı ya da dikkatini dağıtmayı amaçlayan başka bir cephe açmak için birliklerini bölgeye yeniden konuşlandırmamasını sağlayabilir. Bu aynı zamanda Çin Halk Cumhuriyeti’nin nehri bölge ülkelerine karşı silahlandırmak için altyapı ‘zorlamasını’ kullanma çabalarının da önüne geçecektir ki bu da petrol gibi kilit stratejik emtialar üzerinde piyasa yansımaları ve su yolunda eşit katılımı olan bir NATO devletinin günlük işleyişi üzerinde olumsuz sonuçlar doğurma riski taşımaktadır.
Orta Doğu, kaynak temelli çok sayıda savaşın ‘zindan efendisi’ olmuştur; bu savaşların hepsi de bölgeyi zayıflatmış ve bu çatışmaların sonuçları tam olarak anlaşıldığında uluslararası toplum için daha da büyük bir sorumluluk doğurmuştur. Fırat’ta su güvenliğinin güçlendirilmesi, bugün hem ABD’nin hem de Türkiye gibi bölgesel güçlerin liderliğinde atılabilecek önemli bir adımdır; böylece nehir, kıyıdaş devletlerin vatandaşlarının yaşamlarını bozmak isteyenler tarafından silah olarak kullanılabilecek bir araç değil, ona bağımlı olan halkların devredilemez bir hakkı olarak kalacaktır.
Salgın sonrası ortamda kaynak temelli çatışmalar ana akım haline geldikçe, su stratejik bir meta olarak büyük önem kazanacaktır. ABD, Türkiye Cumhuriyeti gibi NATO ortaklarıyla birlikte Bakan Kissinger dönemindeki ‘reelpolitik’e öncelik vermeli ve ister Baasçı Suriye ister Irak’taki yönetim olsun, bölgesel aktörlerle ideolojik açıdan tarafsız ittifaklar kurarak yaşamın bu temel unsurunu korumalıdır; zira Napolyon Bonapart’ın bir zamanlar dediği gibi “Su, hava ve temizlik benim eczanemdeki başlıca maddelerdir.”
Kaynak: Geopolitical Monitor
www.dokunulmaz.com.tr, işleme, çoğaltma, yayma, temsil ve umuma iletim haklarının yanı sıra tanımlanma hakkı ve www.dokunulmaz.com.tr web sitesinde yayınlanan makalelerde herhangi bir değişiklik yapılmasını yasaklama hakkı dahil ancak bunlarla sınırlı olmamak üzere her türlü fikri mülkiyet hakkına sahiptir.