Hava Durumu

  • 09:47
  • $33.0675
  • 35.8914
  • BIST100:10.891,42

Şu anda Akdeniz’den Kızıldeniz’e, Karadeniz’e ve ötesine uzanan suları kapsayan jeo-stratejik manzara incelendiğinde, Birinci Dünya Savaşı’na zemin hazırlayan yerel çatışmaların yankıları, modern Soğuk Savaş dönemine kıyasla çok daha yakın bir jeopolitik ‘akran’ olarak karşımıza çıkmaktadır. Bugün ticaretten teknolojiye ve hatta askeri ittifak yapılarına kadar uzanan çok daha geniş bir yelpazede karşılıklı bağlantılar mevcuttur. Soğuk Savaş döneminde birbirinden kesinlikle ayrı iki sistem mevcutken, şu anda sadece tek bir sistem mevcuttur ve bu sistem sadece tek bir galibe dayanabilir. Bu nedenle, kurallara dayalı yerleşik uluslararası sistemi sürdürmek isteyen müttefik uluslar topluluğu için, ortak karşılıklı ve bölgesel güvenliğe vurgu ile birlikte apolitik yönetişim çok önemlidir. Doğu Akdeniz’den Orta Doğu’ya kadar uzanan ulusların anayasalarına yerleştirilmiş birleşik bir pan-devlet doktrini, küresel ölçekte hem NATO çıkarlarının hem de üye olmayan daha geniş ulus devletlerin kendilerine özgü hedeflerinin güvence altına alınmasını sağlamak için zorunludur.

İran İslam Cumhuriyeti, Rusya Federasyonu ve daha geniş anlamda Çin Halk Cumhuriyeti gibi bölgesel tehditlerden doğrudan ya da vekâleten kaynaklanan entrikalara ilişkin pek çok kişi tarafından paylaşılan endişeler, yeni askeri ve gizli komuta yapıları altında azaltılmalıdır. Hem NATO hem de Müttefik Milletler Topluluğu uyarınca operasyonel başarımız, CENTCOM’un Orta Doğu’daki alt birimlerinin, Akdeniz’i kapsayan bir MEDCOM’a göre belirlenmesi gereken yenilikçi bölgesel oluşumlarla ortak hedefleri gerçekleştirmesi ve bu birimleri Kızıldeniz’deki statükoyu korumayı amaçlayan halihazırda aktif olan çok uluslu Görev Gücü ile birleştirmesi yoluyla elde edilecektir. İsrail’deki çatışma, dışarıdan bakan pek çok kişi tarafından tarihsel özellikleri olan varoluşsal bir savaş olarak görülse de, aslında Rusya’nın Ukrayna birliklerinin uluslarını özgürleştirmek için yürüttüğü cesur kampanyayı baltalamak amacıyla daha fazla cephe açma arzusunun daha geniş bir tezahürüdür. ‘Çatışmalar Arası’ korelasyon, İran’ın Sünni-Şii fay hatlarının bulunduğu halklar arasındaki konumunu güçlendirmek için uluslararası hukuka aykırı vekil grupları kullanmayı tercih etmesi ve Tahran’ın değişim isteyen kendi halkları (artık doğrudan hedef alınması gereken uluslararası meşru tehditler haline gelen Husiler de dahil) üzerindeki kontrolünü bile etkilemiş olan iç huzursuzluk yıllarının ardından kendini yeniden konumlandırması yoluyla da nüfuz etmeye devam etmektedir.

Bu bölgesel kışkırtıcılar, Kızıldeniz üzerinden kilit noktalara giden ticaret gemilerinin karşılaştığı kanunsuz saldırıların uluslararası mutabakatını ve sonuçlarını değerlendirmeye çalışan Çin Halk Cumhuriyeti’nin entrikalarına yardımcı olmakta ve küresel ‘düzeni’ altüst etmeye yönelik kendi umutsuz girişimini tartmaktadır ki bu da muhtemelen Taipei çevresinde bir ÇKP blokajı yoluyla gerçekleşecektir; Tayvanlıların elindeki yüksek hazırlık seviyesi, ekipman ve tahkimatla Pekin aksi takdirde amfibi bir yaklaşımda zorlanacaktır.

ABD, birbirini izleyen on yıllar ve dönemler boyunca, hem kara birliklerinin yerleştirilmesini hem de bölgesel çatışmaların başlangıcında kullanılmasını içeren uluslararası ‘garantörlük’ rolünün altını çizmiş ve küresel güvenlik için belirgin stratejik kazanımlar elde etmiştir. ABD hegemonyasının başarısı, İkinci Dünya Savaşı’ndan 90’lı ve 00’lı yılları kapsayan on yıllar boyunca Körfez Savaşları’na kadar uzanan tarihsel süreçte bu tehditler göz ardı edilmiş olsaydı, daha büyük bölgesel ve jeopolitik sonuçlar doğurabilecek önleyici geniş çaplı savaşlar açısından sadece ‘kötü aktör’ ülkeler tarafından kendisine veya bir müttefikine yönelik saldırı tehdidini yeterli görecek kadar ileri gitmiştir. Çok kutuplu bir dünya kavramı günümüzde medya ve politika üretme ortamlarında tekrar tekrar dile getirilmektedir, ancak özünde “Atlantikçi” ülkelerin çoğunluğu haklı olarak Pax-Americana kavramına bağlı kalmaya devam etmektedir.

Modern ‘Atlantikçi’ ulus devletler, sınır tanımayan bir ticaret çerçevesi içinde olmaya (bunun eksikliğinden korktukları için), Çin’in ve Rusya ve İran gibi bölgesel aktörlerin yarattığı tehdide karşı kolektif güvenlik bütünlüğüne, hatta belirli olasılıkların önünü kesmeyi amaçlayan ‘ittifak içinde ittifaklara’ sahip olmaya öncelik vermektedirler ki bu durum, resmi olarak birbirlerine karşı düşmanlık besleyen ulusların bile (elbette buna rağmen on yıllar önce de dahil olmak üzere) Abraham Anlaşmaları gibi yapılar aracılığıyla bir araya gelmelerini sağlamıştır. İster İsrail liderliği ister Körfez monarşilerinin kendi perspektifinden bakılsın, İbrahim Anlaşmaları, askeri, istihbari, ticari ve diplomatik kademelerin üst kademelerinde halihazırda tesis edilmiş olan bağların güçlendirilmesinin etkili bir şekilde, yani hem kapsamlı hem de ilgili halkların anlayışına cevap verecek şekilde iletilmesini sağlamalıdır. Hem Hukukun Üstünlüğü hem de ‘Devlet düşüncesi’ yoluyla yerel halk üzerindeki anlatıyı kontrol etmek, vatandaşların Abraham Anlaşmalarına uyma konusundaki sivil rollerinin yanı sıra kendi ulusal liderliklerinin genel yaşam kalitesi ve günlük güvenlikleri için çok önemli olduğunu anlamalarını sağlamak için gereklidir. Bugüne kadar anlaşmalara taraf olan ülkeler arasında yürütme düzeyinde gösterildiği üzere, 7 Ekim’den bu yana açık ve gizli bir şekilde devam eden Anlaşmaların dayanıklılığının Orta Doğu’daki yerel halkları kapsayacak şekilde tercüme edilmesi, üye devletler tarafından genişletilmesi gereken bir alan olmaya devam etmektedir.

Bölgesel çatışmalar yoğunlaştıkça, yerel duygular ya organik olarak ya da yıkım yoluyla kilit ulus devletlerin liderlerini uluslararası sonuçları olan siyasi ‘çıkış yollarına’ yönlendirmekte ve çok yönlü bir küresel güç dioraması fikri, önemsiz denizaşırı yönetimler tarafından bir norm olarak lanse edilmektedir, kendi kendini gerçekleştiren bir kehanet peşinde koşan “yer tutucular” olarak görülüyor (ABD’nin şu anda Dışişleri Bakanlığı tarafından yürütülen ulusal çıkarlar doğrultusunda kilit bölgelere ve uluslara öncelik verme arzusuyla, genellikle dünya çapında bağlantısız çok kutuplulukla karıştırılan bir yönü birbirinden ayırarak). 2030’lara yaklaşırken, ulus devletler ve yönetimleri, SSCB’nin çöküşünün ardından ABD’nin tek ‘Büyük Güç’ olarak ortaya çıkışının aslında ‘her şeyden önce bir ulus’ deyiminden ziyade uluslararası sürekliliğin fiziksel formda tezahürü olduğunu keşfetme riskiyle karşı karşıyadır, Ordusunun gücü ve para biriminin likiditesiyle desteklenen, saflığını koruyan tek kalıcı doktrin, İmparator Augustus’un müjdelediği ve aynı zamanda “ne dilediğine dikkat et” dediği pax-Americana…

 

Kaynak: The Geopolitics

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir